Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 37

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 548.258 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mart 2007       Mesaj #361
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
.: ask dostluk güven :.
Ask...Dostluk...Güven
Sponsorlu Bağlantılar
Allegra demis ki;
Bir zamanlar üç arkadas varmis... Ask, Dostluk ve Güven... Üçü birarada oldumu harikaymis hersey... Gün gelmis askin isi çikmis... Eh meslek bu kolay mi? Ama dostlarindan ayrilmadan önce söz vermis onlara.
Beni özlediginizde gelin demis; uzaklarda olmayacagim. Nerde gözleri arzuyla
dolu birbirlerine bakan bir çift görürseniz ben ordayim. Ve ayrilmis yanlarindan...
Peki demis Dostluk Güvene; madem öyle ben de yoluma düseyim...
Görev çagirir... Ama merak etme, nerde birlikte aglayan iki insan görürsen iste beni orada bulursun...

Güven agzini açmis veda etmek için ama Dostluk ayrilmis arkadasinin yanindan onun son sözünü dinlemeden... Ve gitmis uzaklara...
Güven sessizce içinden geçirmis elinde olmadan... "Beni kaybederseniz,bir daha asla bulamazsiniz..."



Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
11 Mart 2007       Mesaj #362
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Zor zamanlarda başlamıştı sevdaları. Yaşamın zor, geçimin zor, okumanın hatta karın doyurmanın zor olduğu zamanlarda. Sokakların savaş alanına döndüğü, ekmeğin karneyle, tüpün ve yemeklik yağın kuyruklarda saatlerce beklenerek alındığı zamanlardı. Âşık olmak zordu, sevdalanmak cesaret işiydi. Ama onlar sevdalanmıştı. Sokağın köşe başındaki evde oturan sıkılgan içine kapanık ama dünyalar güzeli genç kız okula gitmek için evden çıktığı sırada karşısına çıkmış ve akşam dörtte arka sokaktaki boş arsada kendisini bekleyeceğini söylemişti. Hayatında ilk defa bu kadar heyecanlanmış belki de inceden inceye korkmuştu. Fakültedeki olaylara karışmasa da okul kapısında çıkan kavgalarda bile bu kadar heyecanlanmamış ve korkmamıştı. Neden çıkmıştı bu kız karşısına ve neden bekleyecekti onu? Bu sorular eşliğinde gitti okula. O gün dinlediği derslerden hiç bir şey anlamamıştı. Saf çocuk genç kızın ondan hoşlandığını anlayamamış, belki de geçim sıkıntılarının, terörün hüküm sürdüğü sokaklarda ölmeden eve ulaşabilme mücadelesi veren delikanlı aşkı hiç tanıyamamış, aklına getirememişti.
Buluşma saati geldiğinde koşar adımlarla boş arsaya gittiğinde genç kızı görememiş ve korkmaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra yanına geldi genç kız. Onun gözlerinin içine bakarak aşkını ilan etti. Yanakları al al olan genç kız koşar adımlarla uzaklaştı yanından. O ise olanların şoku içerinde şaşkın tavırlarla evine doğru yürüyordu. Eve vardığında tuhaf bir duygu yoğunluğu içerisindeydi. Bir genç kız ona ilanı aşk etmiş, onu sevdiğini söylemişti. Daha düne kadar önemsiz olduğunu düşünen genç adam bugün önemsendiğini hissediyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
Zaman içerisinde kaçak buluşmalara başladılar. Duyguları daha da netleşmeye başlamış ve delikanlı sıkılgan kıza âşık olmuştu. Zaman aşk zamanı değil mücadele zamanıydı. Hayat mücadelesi çetin ve zorluydu. Günler çabucak geçiyor sevdaları gitgide daha da büyüyordu. Delikanlı okulunu başarıyla bitirip bir müteahitin bürosunda çalışmaya başlıyordu. Azda olsa bir geliri vardı. Artık evlilik planları kurabilirdi. Çünkü genç kızın eşi olmak, günün her saatini onunla beraber özgürce yaşamak istiyordu. Bu fikrini genç kıza açtı ve olumlu yanıt alınca kolları sıvadı. Bu sırada semtin esnaflarından biri genç kıza talip oldu. Delikanlı çıldırmıştı. Genç kızın ailesi zengin esnafa hayır demek istemiyordu. Genç kız ailesini evden kaçmakla ve kendini öldürmekle tehdit edere bu evliliğe razı olmadı. Ailesi de kızlarını kaybetme korkusuyla esnafın teklifini geri çevirmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine delikanlı bir an evvel evlenmek için harekete geçti. Borç harç bir şeyler yapılıp kızın ailesinin karşısına çıktılar. Genç kızın istekli halini gören ailesi evliliklerine izin verdi. Sade bir nikahla dünya evine giren gençler muradına ermişti.
Aradan beş yıl geçmiş, ülke karışıklık dönemlerini atlatmış,biraz olsun huzur ortamı oluşmuştu. Huzur ortamı oluşsa da geçim sıkıntısı ve hayat pahalılığı halden devam ediyordu. İnsanlar kıt kanaat yaşamaya çalışıyor, fakat bir türlü ay sonunu getiremiyorlardı. Genç delikanlı en son çizdiği projeden dolayı patronundan iyi bir ikramiye almış, bu parayla ne yapacağının planlarını kurarak eve doğru yürüyordu. Bir çiçekçinin önünden geçerken vazo içersindeki gülleri gördü. Eşini istemeye giderken bile ona bir gül alamamış, bu olay içinde bir yara olarak kalmıştı. Sevdiği kadına bir kırmızı gül almalıydı; çünkü o bunu çoktan hak etmişti. Tek bir gül aldı, kırmızı ve büyük bir gül. Hızlı adımlarla evine doğru yürümeye başladı. Sevdiği kadının gülü gördüğünü andaki yüz ifadesini hayal ediyor ve mutlu oluyordu. Eve vardı ve eşine sürpriz yapmak için her zaman yaptığı gibi zile basmadı. Evin içinde kendisini bekleyen sürprizden habersiz sessizce açtı kapıyı. Parmak uçlarına basarak ilerledi salona doğru. Karısı salonda yoktu. Yatak odasında olabileceğini düşünerek yavaşça yürüdü. Odanın kapısını açtığında elindeki gül yere düştü. Yatakta başka bir adamın kollarında olan eşine doğru hamle yaptığında gülün üzerine bastı ve ezdi. Gül yapraklarının ezilip dağıldığı an genç adamın ezilip dağıldığı andı.

KaRaYeL61 - avatarı
KaRaYeL61
Ziyaretçi
11 Mart 2007       Mesaj #363
KaRaYeL61 - avatarı
Ziyaretçi
Veda Hüzmesi

Davulcular tutuldu, zurnacılar çaldırıldı. Eş dost herkes çağırılmıştı bu güzel güne. Görkemli bir konvoyla şehir turu yapıldı, ardından Yusuf erkekliğe ilk adımını attı. Sünnet olmuştu. Hakan Kaptan' ın yaşamındaki en nadide günüydü. Oğlu büyüyordu, Yusuf' u bir gonca gibi gün ve gün açıyordu..

" Baba çok sevdim " diyerek başladı söze Yusuf. Hakan Kaptan anlamıştı durumu. Gözünden sakındığı oğlu büyümüşte bir de kıza sevdalanmıştı. " Senin canın sağolsun yiğidim " dedi. Akşama en güzel giysilerini giydiler, Yusuf' a kız istediler.. Sözlendiği gece çıktı şahin tepesine, Yusuf. Haykırdı sevdasını, dağlara taşlara ve herşey sevdanın şahidi yıldızlara..

- Babam hakkını helal et..

Yüreği dağlandı Hakan Kaptan' ın. Kalbide hafiften sekletedi. Bu kadar zor muydu yiğidinden ayrılmak. Yusuf' una sımsıkı sarıldı. Ne kadar mücadele ettiysede dayanamadı, iki damla yaş damladı gözlerinden. " En büyük asker bizim asker " nidaları arasında bindirdiler Yusuf' u otobüse. Bir garip mekana yolcu ettiler biriciklerini..

Evde tam bir şenlik havası hakimdi. Yusuf' tan mektup gelmişti. Mektup, Yusuf' un askerde edindiği arkadaşlarından, ot yolmaktan ellerinin nasırlaştığından, babasının şefkat dolu kollarını çok özlediğinden ve paraya ihtiyacından bahsediyordu. Son satırlarda da usta birliğini Silopi' de yapacağını yazmıştı oğulları. Gözleri dolu dolu defalarca okudular, defalarca kokladılar. Kıyamadıklarının kokusu vardı bu hiç birşeye değişilmez kağıt parçasında. Arada bir gidip gelen kalbini doktor Kazım' a göstermek yerine, son parasını oğluna yolladı Hakan Kaptan. O mutlu olmazsa ne önemi vardı zaten yaşamasının..

Hasretin duvarlara yazıldığı günlerden biriydi. Üzerinde Yusuf' un kamuflajıyla çekindiği resim duran televizyon verdi, verilmemesi gereken haberi. " Yusuf Şimşek PKK ile girilen çatışmada, canını vatana bağışlamış, şehitlik mertebesine ulaşmıştı " Saatler durdu. Hakan Kaptan oturduğu koltuktan kalkamamıştı. Tarifi hiç bir kitapta bulunmayan bir hançer saplandı yüreğine. 22 senedir üzerine titrediği yiğidi nasıl artık yok olabilirdi ? Yusuf' unun son telefon görüşmesinde titreyerek "Şafak 55 baba" demesi artık hiç birşey ifade etmiyor muydu ? Koltuktan kendini yere bıraktı. " Allah' ım neden, neden.. " diye bağırarak haykırırken durdu rüzgarlar. Artık sonbahar bile bir başka hüzünlüydü..

Yağmurların topraklara nefes verdiği hafta geldi Yusuf' un cenazesi. Yüzünde sadece şehitlere ait gülümsemesiyle yatırdılar teneşire. Kanlarını sildiler, dört ***** kurşunu çıkardılar göğsünden. Öyle sıcak, öyle canlıydı ki, sanki ayağa kalkıp sizleri çok özledim diye sarılacak gibi yatıyordu, dönmeyecek yolcuların misafirhanesinde.. Bembeyaz kefene koydular, ay yıldızlı bir bayrağa sarılı tabuta yerleştirip mezarlığın yolunu tuttular. Dualar okundu, gözyaşları sel oldu. Yiğit Yusuf' u, Şehit Yusuf' u, Hakan Kaptan' ın taze mezarının yanı başına gömdüler.. Yusuf kahrolası bir teröre, Hakan Kaptan kalbine yenik düşmüş, vatan uğruna Şimşek ailesinden iki can gitmişti. Her ikisinin mezarındada en güzel çiçekler açtı, hasretle yanan iki yürek, baba ve oğul çoktan şehitler köprüsünde buluşmuşlardı..
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
11 Mart 2007       Mesaj #364
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
MASALLARDAN KAÇIYORUM,ASLIMI OYNAMAK İÇİN


Bir sayı daha düşüyor sıfırlanmış ömrüme. Bir yıl daha büyüyorum kendime… Uçurumlara sürgün ediyorum düşsel kırıklarımı. Varlığımın üstünden bir yıl daha geçiriyor zaman. Yokluğuma bir adım daha yaklaşıyorum.Kendimden kilometrelerce uzağım. Kendime tam zıt yönde yabancı… Acı bir mutsuzluğun ortasından ellerim. Kurtaramıyorum… Ki kurtarmaya kalksam tüm acı mutsuzluklarda bulunur parmak izlerim.
Yeni düşler büyütüyorum. Düşlerimi katledenlere inat… Masallarda büyüttüğüm düşlerime küçük gelenlere inat. Şimdi tüm masallardan kaçıyorum, aslımı oynamak için. Mutlu sonla bitmeyecek hikâyemi masalsı düşlerden gerçeğin içine hapsediyorum. Yine varlığım büyüdükçe yokluğumun sığınağına ilerliyorum.
Yeni bir gün doğuyor penceremden içeriye. Bense hep beklenenlerin gelmeyeceği öğretisi ile acı damlatıyorum içime. Önceme ve sonrama ağıtlar yakıyorum harf diliyle…
Yalnızlığımın çözülmesi zor denklemleri içinde boğuluyorum. Hayatımda, hep çok şey sandığım insanların “hiçbir şey” oluşunun yükünü taşıyorum.
Yine doğuyorum… Ve yine sen olmuyorsun… Beni anlamıyorsun… Büyük düşlerime küçük geldin “anne”. Büyük düşlerimin altında ezildin…
Baştan aşağı ölüme boyanmış bir doğumun failiyim. Doğdum mu öldüm mü anlayamadım. Sade bir susuş kadarım şimdi. Solmuş bir güz yaprağı kadar bitkin…
“İyi ki doğdun”lara sığınmıyorum. İyi ki sini keşfedemedim henüz ömrün… Bir yıl daha büyüyorum. Bir yıl daha küçülüyor içimdeki neşe. Bir yıl daha satır arasına sıkıştırıyorum hayallerimi.
Binlerce salisenin üstünden geçiyorum. Gidiyor giden, göz yumuyorum. Zincire bağlı özgürlüklerin yamacındayım. Bir ayağım kaysa düşeceğim mahkûm cesetler üstüne. Tutan olmayacak bedenimi. Yine doğduğum gün öldüm bileceğim. Yanlış hayatlardan doğru bir son yazacağım günlüğüme. Günümü pembe düşlerle boyayacağım. Kara kâbuslar üstümden geçecek biliyorum. Kara mürekkepler yüzüme sıçrayacak, tüm mutlulukları kara görmem için.
Kurtarın asimile olacak dünyamı!
Yine yabancı dünyaların içinde bulunuyor yerim. Yine yalnızım, yine…
Tanıdık bir ses değil geçmişim. Rüyalarımda bile yer bulmayan, bana uzak yüzler. “anne” sen bile tanımadığımsın. Yüzün sisler içinde kalıp kayıpları oynuyor benim sahnemde. Sana düşen bir söz yok, susman için girdin dünyama. Terk etmek için çaldın kapımı.
Yabancımsın… En tanıdığım olman gerekirken; en tanımadığımsın… Bu gün doğum günüm “anne”. Söylesene aklının bir yerlerinde var mıyım? Hayatına almadığın yabancı bir yüzü hatırlar mısın?
Koyu bir unutkanlığın ellerini tutuyorum. Seni unutmanın eşiğindeyim. Bir yıl daha geçiriyor zaman üstümden ve bir kez daha düşüyorsun gözümden…
Bir yıl daha üşüyorum yapayalnız… Bir kez daha doğduğumun ölüm yamaçlarında farkına varıyorum. Bu gün doğmuşum meğer diyorum… Bu gün doğmuşum meğer… Nice yıllara hüznüm… Bende olduğun müddetçe usanmadan büyüteceğim seni…

Yazar : Yaren
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
11 Mart 2007       Mesaj #365
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
YAN(IL)DIM

Gece karanlık ,karanlık hüzün ,hüznünse anlamı çok alfabemde…
Simsiyah sularında kayboldum şehrimin dün.yıkıntılarımın enkazlarını teker teker sonsuz derinliklerine var gücümle salladım.Uzaktaki yalnız ama başı dimdik fenereyse hiç aldırmadım.Yaraladı çünkü kendine güveni beni.Başının yere eğilmemesi sızdı içime acı acı.Herkes’in ışığıydı,umuduydu,kurtuluşuydu o..Oysa BEN…Rotamı almış giderken; umuttan her dem tokat yemiş müebbet mahkum,yine kandırdım kendimi.Elimde kalacak dolmaz boşlukları yine acizane yok sayarak inanmamın bedeli,tadına bakıyorum kan kokan tuzlu yaşlarımın.
Her dakika ayrı bir ağıtı öğreniyorum bana kalan zamanlarımda.Ne zılgıtlar varmış önceden gülüp geçtiğim acıdan yangına tutulmuş mecnunların yarlığında.Şimdi, kendi seslerimin çokluğundan uyuştu, içinin büyüklüğü omuzlarıma ağır gelen beynim.Zılgıt zılgıt,ağıt ağıt,buram buram çaresizliğimi bağırıyorum şehrimin sokaklarına.Gelir misiniz…?
Sırata asılı kalmış yok sayılışlarımla,yavaş yavaş ateş yanıklarıyla süsleniyor bedenimin en iç yanları.Elimi bırakırsam İBRAHİM’İN kıssasına dönmeyecek sonum biliyorum…Dönersem geri NUH gibi korkularımı toplayıp yeni bir varoluşa yelken açamayacağım…YUSUF gibi kalacağım kör kuyularda…
Replikler şaşırıldı.Kim kimin kıyalarında kıyama duramadı? kaçak bu hikayede.Kabullenirken en ağır cezaları,aslında bilmiyorum hüküm giydiğim suçum neyin kısaltılmışlığı?Yok sayana sebep sorulmaz,Ellerinin boşluğunda zaten olmayan sıcaklığının ağırlığı duyurulmaz,Giderken üzerine yığdıklarından bahis açılmaz…
Güneş batar sıcaklığını çekip günlerimden.Ay şavkının ışıltılarıyla,izinsiz dalar gecelerime.İstanbul yine kanar,yedi tepesinde yedi ağıt hikayesiyle…
Bana ise yazarın (s)aklıma takılan son sözünü tekrarlamak kalır…
ÜSTÜM KALSIN…(YAN)ıl(DIM)…

ELEMİNAZ
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
12 Mart 2007       Mesaj #366
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
Gözyaşlarından daha samimi,daha içten,daha inandırıcı,daha berrak,daha olgun lisan var mıdır acaba? Öyle lisan ki, kelimesiz ve cümlesiz,fakat deruni manalı,pratik,sahibinin meramını en kestirme yoldan anlatan... Gözlerin hakikatleri, hakikati duyguları ve öz niyeti dilden lisandan daha net ifade ettikleri şüphesiz bir vakıadır. Edebiyata,şiirlere çok sık konu olmuş gözyaşları bizatihi şiirlerin en güzelidir.

Gözyaşları mecazi aşkın olduğu kadar ilahi ve imani aşkın en az çizemidir...Gözyaşları arzuların,özlemlerin,hareketlerin en azizini,en sıcağını ve hislerin en ateşlisini yansıtırlar....

Gözyaşları,muhabbetin,şefkatin,acının,merhametin,gurbetin,hasretin,yakarışı n ve yalvarışın en veciz tezahürüdür. Duyguların sıcak dili ve dışa yansımasının adı: “Gözyaşı”

Öte yandan kalblerden merhametin,yalvarışın,dile getirilişin en müessir,en veciz şekli olan gözyaşlarının karşısında hissiz,duygusuz,cevapsız kalabilecek kişi bir merhamet sahibi olmasa gerek. Hele hele merhametlilerin en yücesi ve onun yaratıcısı olan ErhamürRahimiyn olan Allah, gözyaşları içinde yalvaran kulları karşısında duaları müstecap kılmaz da na yapar?..

İbni Abbas: “subhanellezi’nin secde ayetini okuduğunuz zaman ağlamadan secde etmeyin. Gözünüz ağlamıyorsa,buna üzülerek kalbiniz ağlasın” buyurmuştur.

Bu ağlayış bir rahatlama, bir teselli, Allahın merhametinin delilidir.Rasuli ekrem (s.a.v)bir hadisi şerifinde: “Kur’an-ı Kerim hüzün ile inmiştir. Onu okurken kusurlarınıza ve ilerideki tehlikelere karşı üzüntünüzü gösteriniz."
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #367
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Şu an 1 şubat akşamı ve rüyamda yine sen vardın. Saat olmuş gecenin 3’ü, herkes uyumuş, annem, babam, kardeşim, bende uyumuşum ama gönlüm hep ayakta, aşkım hep ayakta, onlar hiç uyumadı ki. Seni tanıdığımdan, sana tapalıdan beri gözüme uyku girmedi aşkımın, sevdamın da. Ne tedaviler aradım, ne ilaçlar kullandım. Çaresi bir mucize bu hastalığın o da sensin.
Ağlıyorum şu saat, unutma beni ağlatan sensin. Uyutmayan, hayatı zindan eden sensin. Ne hayat tat veriyor, ne o olmazsa olmaz dediğim bilgisayar, ne hava, ne ekmek, ne su,….. sadece ama sadece sensin o tat. Sensin benim hayatım, sensin.
Benden vazgeçmemi mi istiyorsun? Tamam kabul. Çıksın birisi güneşe yazsın adını (benim yazdığımın yanına) vazgeçerim senden. Ya da sağır bir ressam, toprağa düşen gülün sesini çizsin bir kağıda o zaman vazgeçerim senden. O zaman vazgeçerim anlıyor musun? VAZGEÇMEM SENDEN.
Benden kalan birkaç gözyaşı var bu kağıtta, sana olan aşkım var. Eğer bir gün ağlarsın olur ya! Bu kağıda ağla. Göz yaşlarımız mutlu olsun sonunda. Onlar kavuşsunlar aşklarına. Biz kavuşamasak da.
Hem ben seni kime vazgeçerim? Kimse senin dudaklarındaki sıcaklığı vermiyor, kimse vermiyor sendeki o güzel kokuyu, kimse hissettirmiyor senin tenindeki buğuyu, hayali, kimse bakamıyor senin baktığın gözlerle bana, kimse senin dokunduğun hatta vurdun gibi vurmuyor bana, kimse tutmuyor senin ellerinle, kimse sarmıyor senin gibi kollarıyla, kimse ama kimse sendeki aşkı bana vermiyor. Ben sana mecburum, sonu olmasa dahi.
Kalbim uçarsa o kelimelerin arasına okurken yakala onu, iyi bak incitme olur mu? Arkadaş et kendi kalbinle, dost olsunlar, aşık olsunlar birbirlerine, ölesiye hem de, sımsıkı sarılsınlar hiç bırakmasınlar birbirlerini, varsın ben onsuzda yaşarım, yeter ki onlar mutlu olsunlar.
Sana soruyorum? Yakışıklı değilim, çok zeki değilim ama aşkım yetmez mi sana? Neden ben değil de seni sevmeyen bir başkası ya da benim kadar değer veremeyen birisi. Neden? Şunu unutma; Kırmızı güllere ulaşmak isteyenler ayakları altında ezilen papatyaların farkına varamazlar.
Senin uğruna vazgeçmeyeceğim şey yok. Gururum hariç. O zaman neden ben değilim, neden başkası, sana başkasının ellerinin dokunmasına dayanamam. Buna dayanamam anlıyor musun beni? Neden ben değilim Allah'ım? Sebebi ne? Neden Allah'ım neden?
Sana tapıyorum anlıyor musun? Sana tapıyorum? Neden sanıyorsun sizin sınıfa her teneffüs gelişim? Neden sanıyorsun hep başka konular arayışım.
Çok merak etmiştin ya Metin ile benim bildiğim o olayı. Söyleyeyim. Metin bunu Rıza’dan duymuş. Rıza ona ikinizin beraber olduğunuzu söylemiş. Ben bunu duyunca içimdeki tüm gözyaşlarını o an çıkarmak istedim. Sağır olmayı istediğim bunu duymayayım diye, bugün olmasın istedim bu olayı yaşamayım diye, Kör olmak istedim seni hiç görmeyeyim diye, kalbim olmasın istedim sana hiç aşık olmayayım diye, hislerim olmasın istedim senin kokuna, sıcak tenine alışmayaydım diye. Senin olmamak istedim, sana hasret kalmayayım diye. Gözlerim karardı hiç abartısız o an? Metin bıraksa sonsuza dek öyle kalırdım. Rüyayı hep seninle kurardım. Hep ikimiz olurduk, hep seninle olurduk, kötü kalpliler aramıza girmeye çalışır ama ben hep mani olur buna izin vermezdim. Her şey senin istediğin gibi olurdu. Bir tek aşkımız ortak. Sana adardım her şeyimi. Seninle senin kadar güzel, senin kadar iyi, senin kadar güzel gözlü, senin kadar …. Bir bebeğimiz olurdu. Ama neyse ki, hatta maalesef Metin beni rüyamdan erken uyandırdı. VE GENE SANA KAVUŞAMADIM.
Hem sana kıyarım hem kendime? Ölümü dahi göze alırım sensin hayat zaten ölüm bana? Bunlar şaka gibi geliyor ama ben sana kıyamam …. Kıyamam sana biliyorsun. Aşkım beni dağlasa da, aşkın beni mecnun yapsa da, sana kıyamam. Son söylemek istediğim seninle son defa konuşmak istiyorum ve diyorum ki seni çok seviyorum.
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
12 Mart 2007       Mesaj #368
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
Genç adam, işe giderken hergün yolunun
üzerindeki güllerle dolu bahçeye bakmadan
geçemezdi. Her sabah o rengarenk güller içini
neşeyle, sevinçle dolduruyordu. Günler geçtikçe
güllere bakan gözleri, bahçedeki eve takılmaya
başladı . Çünkü, son günlerde o evde, tül perdenin
gerisinde bir genç kızın silüetini görüyordu. Her
geçişinde güllere ve pencerede belli-belirsiz görünüp
kaybolan genç kıza bakmadan edemiyordu.

Bir sabah her zamankinden daha erken yola çıktı.
Bahçenin önüne geldiğinde yüreğinin titrediğini,
içinin ürperdiğini hissetti; her gün tül perdenin
arkasında gördüğü kız, bahçede gülleri suluyordu.
Güzel kız, genç adamı görünce yüzü kızararak içeri
kaçtı. Genç kızın hayali gözlerinden kaybolmasın
diye gayret eder gibi gözlerini sabit bir halde bir
güle dikerek öylece kalakaldı. Gördüğü güzelliğin
etkisinde kalmış, sevdalandığını düşünüyordu.
Genç adam, artık hergün bir öncesine göre
biraz daha erken geçiyordu, kızı tekrar görürüm
umuduyla. Fakat tüllerin gerisinde görünüp kaçan
bir silüetten başka şey göremiyor, kahroluyordu.
Genç kız da her sabah heyacanla tüller arkasına
geçiyor, genç adamın gelmesini bekliyordu.

Bir gün, genç adam bahçenin önünden geçmedi.
Genç kız gün boyunca boşuna bekledi. Ertesi gün,
daha ertesi gün yine boşuna bekledi, genç adam
gelmedi. Genç kızın yüreğine hüzün doluyordu.

Başka bir gün, yine umutsuz gözlerle yola
bakarken, bir grup insanın omuzlarında tabutla
geçtiklerini gördü genç kız. Aklından geçen
korkunç düşünceden tüm vücudunun titrediğini
hissetti, yüreği sıkıştı; yoksa genç adam ölmüş
müydü !.. Genç kız yine hergün tüllerin arkasına
geçiyor, boş gözlerle dışarı bakıyordu. Yüzü de,
artık bakmadığı, sulamadığı gülleri gibi soluyordu.

Genç adam bir gün yine geçti bahçenin önünden.
Bir aydır yattığı hastaneden sonunda çıkmış,
ilk iş olarakta güllü bahçenin önüne gelmişti.
Ama ümit içinde geldiği bahçenin önünde, gülen
yüzü asıldı; bahçedeki güller solmuş, pencere kara
perdelerle sımsıkı kapatılmıştı. Genç adam yolda
oynayan çocuklara sordu; "Bu evde kimse
yaşamıyor mu?" Bir çocuk; "İhtiyar bir kadın
yaşıyor." dedi. Genç adam cevabını duymaktan
korkarcasına, başka bir soru sordu ;
" Burda yaşayan genç kız ne oldu ?"
Çocuklardan biri atıldı; "O öldü."dedi, genç adamın
yana düşen kollarını, yaşaran gözlerini görmeden
başka bir çocuk atıldı; "Verem olmuş, dün öldü."

Yıllar sonraydı, küçük bir çocuk heyacanla
annesiyle babasının yanına koştu,
güller arasında, sallanan sandalyede
oturan ihtiyar adamı göstererek bağırdı;
"Dedem gülüyor, dedem gülüyor baba !.."
Koşarak ihtiyarın yanına gittiler, gülerken hiç
görmedikleri yüzüne baktılar. Elinde bir gül olan
ihtiyar adamın yüzüne, gerçekten bir gülümseme
yayılmıştı; biten bir hasrete seviniyormuş gibi,
yıllardır görmediği birine kavuşuyormuş gibi mutlu
bir gülümseyişti bu. Fakat gözleri kapalıydı
Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #369
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gizemin doğasına ilişkin çok sağlam iç hesaplaşmalara ihtiyacımız var. Korku, vardır ama ille de varolmak için burada bulunduğunu göstermez bu onun. Bu kararsız gibi gözüken olağan, hayatta bulduğumuz tutumdan yapıcı sonuçlara varmak elimizde,ve aslında çok kolay: Ayrım noktaları vardır. Bir kere niyet etmek lazım ilk önce. Yalansız dolansız yaşamak için bu varsa, sonra tecrübe mukabilinde o bulduğun ayrımlarda karar kılmak iyidir. Gene de hep gözlem yapmalı ve bir bilim adamı gibi gerektiğinde eski görüşünü de terk etmeye hazır bulunmalıdır insan bence. Gelişme bu yolla olur. Çeşitli şeyler var aklımın fikrimin belli bir yaş ve bilgi ortalamasını tutturamadığının ispatı ancak görünen köy de kılavuz istemiyor. Ve bunda, benim katkımın da biraz olsa da mutlaka varolduğunu düşünüyorum bir insan olarak…
Yani, kendimizi korkularımıza teslim edersek; o vakit kadınlar gününü kapanma günü olarak algılamak olası. Ya da ne bileyim, Rahmi Koç’ların gidip de Papa’yı bir ilahmış gibi hayranıycasına seyredip ama dönüşte de gazeteci kameralara bir kuğu gibi boyun büküp “güzeldi” cevabı gibi. Böyle sinmek, bizim gibi insanlara hiç yakışır mı? buradan bir olguya geçmek sabit olabilmekte, o da “meyil” konusudur. Ki bu da, yeniden ayrım noktalarımıza götürür sanırım bizi; ayrım noktalarındaki stabiliteye ve aktiveliğe hazır durumlara …

Dsp lideri Baykal’ı suçluyor Tusiad’a meyilli olmakla. Pekala ben de onu eski bir atv Siyaset meydanı programında bir sarı miğferli Zonguldaklı işçinin neden suçladığıyla suçlayabilirim: “Ecevit kadar olmazsan, arkanda olmayız.” gibi bir laf dendiğinde suratındaki korku ifadesi ve ardından gelen ince alaycı ses tonundaki komik bir yakarış varyasyonunun ne kadar da Nobel’de O. Pamuk’a ödülü veren o ince sesli İsveçliye benzediğini de söyleyebilirim. Ve ardında, O. Pamuk’un ödülle birlikte birkaç adım atarken nasıl da bebek gibi emekler pozisyonlara girdiğini de hatırlatabilirim. Ama bunlar az boş. Daha yapıcı olmam gerekirse, Başbakan’ın Danıştay olaylarını ve Ecevit’in Kocatepe’ye yürümek zorunda kalışının ardındaki gerçekleri açıklamak isterim. Katil kimdir? Bazen anlamak zor gelebilir, ama katlin dolaylısı da dolaysızı da katildir bana göre. Bir söz bile canilikle eşdeğer olabilir eğer kişi Denktaş gibi birine laf uzatabiliyorsa.

Eğitimde karne uygulamasında not verme olayı kaldırılıyormuş. Çocuktan al haberi derler. Çocuklar bile gelecekleri için hiç rekabete dayanmayan bu uygulama karşısında istekli değilken; Milli Eğitim Bakanı bunu neden yapar, kendi adıma hiç bilmem. Ama onun adına biliyorum. Ve bunun ne olduğu, TBMM’ye şapkayla girecek kadınların içeri alınmazken türbanlıların aktive edilişinde gizlidir. Hiç zaman kaybetmeme taraftarıdır şirk koşanlar. Dikkat edin, ne kadar benzer bir durumdur buna, O. Pamuk’un ödül alışının da Fransa’daki Ermeni soykırım meselesinin kabul edilişinin anca 5 dakika sonraya rastlaması. Dikkat edip görmüştüm bunu. İnsan gerçek olmasını istemiyor bu gibi şeylerin ama görünce de şaşırıyor, zülüyor. Pamuk’un; aldığı ödülü(nü) de hala neden yere (attığını) anlayabilmiş değilim ya o da başka. İçimizdeki hainlere dikkat edelim derim, bunu derken, yine de, O. Pamuk’tan uzak durmaya gayret ediyorum. Çünkü gerçek suçlular vardır, şu an baştakiler. Bir derece daha aşağıda ise, meyil kapsamlı bir Tusiad görüyorum ki hiç hoş değil İspanya’dan Picasso resimleri zor bela getirttirip sergilettiren, picasso’nun torununu mu oğlunu mu ulaştıran yanına becerikli bir işkadını Sabancı kızı için böyle bir şaibe.

Ben bunları söylüyorum, ne olur ne olmaz çok da enterese etmez ancak bu asla umurumda olmadığını göstermez. Derinden gözlem yapmak ve ilerlemek, çok şiddetli haykırışları gerektirmiyor olabilir ki bu yolu takibetmek daha anlamlı. Yoksa bu ortamda, ortamı hazırlayan kundakçıların pozisyonuna düşmüş oluruz. Ama bir Gandhi gibi de beklenmez, yol yakınken değerlerimiz korunmalı, kollanmalıdır. Bu konular genelde biraz sıkmakla beraber, buna “canım sıkıldı” diyemeyeceğim çünkü “canım sıkıldı” kelimesinin “ canım sıkkın” değerini anlattığını düşünmüyorum. Düşünmediğimi de uygulamam pek. Bu örneğe dikkatinizi çekmek isterim. Demin Nobel İsveçlisi demiştim, işte ona çok benziyor bu “canım sıkıldı” kelimesinin “canım sıkkın” tarifi yerine kullanılışı. Öyle ki, bu, bir tür -olası diyeceğim yine de- kibarlık gibi gözükebilir gözümüze ama gerçekte olay döngüsünün kaçta kaçı öyledir acaba? Kibarlıktan yerlere yıkılacaksın ama sen biraz da gerçekleri yansıt! Neysen onu söyle. Yalan konuşma.
Sokakta halka mikrofon doğrultmuşlar: “Yalancı mısınız. Yalan söyler misiniz? ” “Kim var ki söylemeyen” demiş. Bu yola giren insan, artık büyük oranda kaybedilmiştir. O yüzden kendimize inançlı olmak zorundayız. Allah kendi iradesiyle bu yolda yürüyenleri sever ki asıl, ve bazı bazı yanlış anlaşıldığını düşünebildiğim, ancak yaşımın da çok tecrübeye izin vermemesi dolayısıyla biraz eften püften geçiştireceğim Vahdet-i vücut kavramına işaret ettiğini düşünüyorum. Şöyle ki, bir insan Tanrı içimde derken Allah’ı yüceltmiş olur kendi yaşamıyla zaten. Değil mi. Tevhid yani. Dine inanırım diyen bunca insan bolluğunda yalana dolana, içten pazarlıklara, çıkar menfaate, şan şöhret para pula bu kadar yatkın cahalet ya da bu kötücül yansımaları icra eden kötü fazları barındıran insanlar olması ne kadar ilginçtir.

“Kötü” ve “iyi” nedir? “Kötülük” ve “iyilik” var mıdır, neyi anlatırlar? Bence kendi başlarına var olabilseler bile biraz da insnala şekilleniyor bu gibi köklü olgular. İnsanın da bir anı bir anına çok defa uyamayabileceği için -duygularımızın matematiksel izahı anlamsız kalabileceği için- yoktur iyi ve kötü diyebiliriz. (Ancak tabi bu, prizmadan çıkan “beyaz”ın ve suyun olmayacağını göstermiyor ki; nasıl ki suyla hayat buluyorsak ve evren de, H2O ile izotropik-yoğun –böyle bir mantık yürüttüm. Bizi de iyilikler ve kötülükler şekillendirmiyor mu? İhraç edilemez demek ki o zaman.) Ancak zaten çok kötü bir an yaşarsak gene düşünmeliyiz ki, belli bir şey gelişmiştir ve bunun dozajını ölçersek; bu ayrımları daha iyi yapabiliriz diye düşünüyorum.

Çok önemli bir başka konu da, kelime kullanışlarımız. Bunun, “dediğim “meyil” konusuyla çok yakından gene ilgisi var bence.
Mesela “Tevhit” kelimesine değinelim. Sözlükten bakınca daha Osmanlıcası, bu şekil. Ama neden bazen sonu “d” ile bitirilebilmektedir? Bütün bu soruları sorarak kendimize en güzele çıkmak olası bence, ya da her neyse, en güzele yakın bir noktaya. Allah için birlik, hissettiğimiz gerçekler; “mübalağa” olmak zorunda mıdır yürüdüğümüz, arşınladığımız her santimetrekarede. Yoksa insanlar bunu bilmeden mi yapıyor? Tabi bu kastedilenlerin çoğu bilmeden yapıyor olabilir. Ama bu zaman da şu soru düşüyor insanın aklına: ‘Peki onları uyaracak olan kişiler nerde? ’ Bu kişi, Bülent Ersoy’un kibar Osmanlı ağzı olamıyor yazık ki. Onun karşısına oturan O. Gencebay da bir garipleşti, tüh. Halbuki bilimsel konularla çok ilgili, entel bir sanatçıydı. Ne yapmalıyız, neler düzenlemeliyiz. Bu eğilimlerimizden sakınmalıyız. Mesela, “ayarlamak” kelimesi çok ilgimi çeker oldu son zamanlarda: Herkesin ağzında bir lastik gibi uzatma hastalığı türedi kelimeleri. Medyadaki spikerlerde, çokça görülüyor: Merak ettiğim çok önemli bir konu var? Acaba, bilinçaltları mı bıktı Cumhuriyet Türkiyesi’nden ve onun sağladığı avantajlardan? Kasıtlı mı yapıyorlar bunu yoksa? İlle de eskiye ya da başka başka taraflara özenti olarak mı konuşmak zorundayız? Neden değerlerimize daha çok bakmıyoruz? Atatürk’ün bize sağladığı tüm avantajlar yararımızadır, ve sevgi ile, aşk ile örülmüş değerlerdir.
‘Sarımsak, sarımsaktır hani. Sarımsak sarımsaktır’. Doğal antibiyotiktir hani: Burada yazıldığı gibi okunduğundan kasıt; bunu nelirten’deki egoizm vs. olarak algılanılmasından öte, kesinlikle, Türk Dili ananelerine bir bakış açısından yorumlanmalı bence. Türk dilinde genelde hep yazıldığı gibi okuruz. Halk türkülerimiz gibi. Karacaoğlan ve Yunus gibi sadeyizdir. Bunu karmaşıklaştırmaya, ortalık bulandırmaya çalışanlara prim vermeyin. Batı’nın kilisesi ya da abartılı harf tekrarları bizde pek anlamını bulamaz. Abartılara ihtiyacı olmayan bir millet oluşumzudandır bu belki de, kim bilir… Atatürk bilirdi mutlaka…
“Meyillenmeler”e dikkat edelim, olasılıkları değerlendirerek eleyelim ancak: Avrupa Yakası dizisinden Levent’e Digitürk parası vererek bir reklamda sordurtmuşlar: Ne kadar şirin şeysin sen öyle. “Neresi Başkent_” “Ankara Ankara’dır” demiş şirin gülümsemesiyle. Bunun bir örneği de bir başka digitürk kanalı olan sinektv’de yaşanmıştı. Genç rapçi çocuğun birine soruyorlar vs. neyse söylemeyeyim… Velhasıl, cehalete kapılarımızı kapamalıyız; bize sunulanlara dikkat etmeliyiz hep, oyuna gelip de sakın ha, olamayacak ya, bu ülkeyi eyaletlere bölmelerine mücade etmiş olmayalım.
Ekonomist efendiler biraz tembelliklerini yırtıp özel uçaklarına atlayıp Türkiye turu yapsınlar. Merkez bankası çok da uzak değil. Londra’ya gitmekten daha kolay.

Ne kadar kendimizi bilirsek ve zaman zaman da kendimizle bile savaşarak doğru yola çıkarak, Yunanlının ya da başkalarının oyunlarına gelmeyeceğiz: Dönerimizi, ebru sanatımızı, çinimizi, şu an için 11 tane kalmışımız olanMsn Sadtelli turnalarımızı hatta, ve Adana kebabımızı, Konya tandırımızı, Bursa ieskenderi ve kestane şekerini, Ankara tiftiğini vs vs.. tabi bunlar gibi nice değerlerimizi kollamalıyız. Kimsenin değerlerimizi almaya hakkı yok. Bir şeye daha dikkat etmeli. Hayatta böyle savaşımlar masumiyet de yitirmemelidir insana. Bilinçli olacağız ama inisiyatiflerimiz de kendi ellerimizde olarak ve bazen, biraz da olayları şans döngüsüne rahatça bırakarak … Çünkü her zaman katı bir duruş, bazı olayları gözden kaçırmamızı da beraberinde getirebilmektedir.
(Not, değerlerimizi korumak için özel dernekler, vakıflar daha çok kurmalıyız ve bunu yeryüzüne tescil ettiröeliyiz ama şirket-kafalaşmadan)

Ben, kendimce bir karar verdim, Ankara’daki arkadaşlara da öneririm Msn Happy Bazı günler, üç günde bir veya gün aşırı bilemem, Meclis’in önünden beyzbol tipi bir şapka olur veya ne bileyim, bir bandana, böyle geçme taraftarıyım. belki de oraya gelirken yanımda taşıdığım bir eski tip o fötrü takarım kafama bir süreliğine -çocukken bir dönem merak sardığım üzere Msn Happy Ne kadar çok tepkimizi belli edersek, yalanı engelleriz diyerek sözüme son veriyorum. Bu yarı doyurucu ve ebreketli yazıyı nezih bir şekilde açıklamama, fikirlerimi dile getirmeme izin veren platforma teşekkürlerimle. Bir brifing değil ama Msn Happy Biraz komik bitti.
Herkese çok sevgiler


akın akça
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #370
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sıcak Güzeldir


“Çok soğuk” dedi biri
“Dün de soğuktu” dedi diğeri
“Bu kadar değildi” dedi ilki

Avuçlarının içinde saklı birer mikrofon varmışçasına, sürekli ağızla burunlarının
ortasına ellerini gömüp çıkartarak yürüyorlardı.

“Nerede kalacağız?” dedi üçüncüsü
“Depoda” dedi biri
“Depo olmaz” dedi ilki
“Neden?” dedi üçüncüsü
“Şikâyet etmişler” dedi ilki

Elinde poşet olanın bacakları arasında döne döne ilerleyen kuçu, ön ayaklarını çocuğun
göğsüne vurarak onu durdurdu ve dili dışarıda, gözlerinin içine bakmaya başladı.

“Çok soğuk” diye tekrarladı ilki
“Buluruz bir yer” dedi , uzun boylu olanı
“Caminin tuvaletine girelim” dedi diğeri
“Orada başkaları kalıyor” dedi uzun boylu olanı

Elini kuçunun burnuna yaklaştırınca, kuçu suratını buruşturarak aşağı indi, kendi etrafında hızlı bir tur attıktan sonra yine dili dışarıda eli poşetlinin gözlerinin içine bakmaya başladı.
Üçü birden güldüler.

“Dün nerede kalmıştık?” diye sordu biri
“Bankamatik kulübesinde” dedi diğeri
“Neden oraya gitmiyoruz?” dedi ilki
“Kapıyı onarmışlar, kartsız açılmıyor” diye cevapladı ikincisi

Sağ elinin baş parmağını poşetin ağzına geçirip, sol elini içeri daldırdı ve bir parça kemik çıkarıp havaya fırlattı. Kuçu arka ayaklarının üzerine dikilip kemiği havada yakaladı ve bir apartman girişi önünde, karların üzerine uzanıp kemirmeye başladı.

“Şurada bir han var” dedi ilki
“Işık yanıyor içeride” dedi ikincisi
“Temizlikçidir” dedi ilki
“Birazdan gider” dedi uzun boylu olanı
“Sen bir görün bakalım” dedi ikincisi
“İyice bak” dedi üçüncüsü

İkisi geldikleri yöne doğru dönüp yürürlerken, yaşça en küçük olanları yavaşça hana doğru yürümeye başladı. Önünden geçerken iyice yavaşlayıp içeriye baktı. Birkaç adım attıktan sonra sokağın karşı tarafına geçip geriye döndü ve bir de oradan baktı içeriye doğru.
Az ileride de birleştiler.

“Bir kişi” dedi ufaklık
“Ne yapıyor?” diye sordu ikincisi
“Merdivenlerden yukarı çıkıyordu” dedi ilki
“Kapı kapalı mı?” diye sordu uzun boylu olanı
“Aralık” diye cevapladı ilki
“En üst katta bir ışık söndü!” diye parmağıyla işaret etti ikincisi
“Işıkları söndürmeye çıkmış demek” dedi ilki
“Fırlayın!” dedi uzun boylu olanı

Koşarak hanın kapısının önüne geldiler. Sessizce içeri girip merdivenlerden aşağı inmeye başladılar.

“Çok karanlık” diye fısıldadı ilki
“Gürültü etmeyin” dedi uzun boylu olanı
“Hiçbir şey görünmüyor” dedi ikincisi
“Alt kattan ışık geliyor” dedi ufaklık
“İnin” dedi uzun boylusu
“Hav hav!” dedi kuçu

Uzun boylusu onun ağzını kapattı. Tavandaki tek bir ampulle, az da olsa aydınlanan bodrum kata indiler.

“Kömürlük burası” dedi ilki
“Kazan dairesi” dedi ikincisi
“Susun” dedi üçüncüsü

Yukarıdan hanın demir kapısının kapanma sesi duyuldu, üstüne de anahtar çevirme sesleri.

“Gitti” dedi biri
“Sıcakmış burası” dedi ufaklık
“Kalorifer sönmek üzere” dedi uzun boylu olanı

Poşetini yere bırakıp, kazanın kapağını açtı. Duvara dayalı duran bir kürekle ateşi harlandırdı.

“Kömür atalım” dedi biri
“Önce biraz tahta” dedi ikincisi
“Tahta getirin” dedi uzun boylu olanı

İkincisi tahta getirmeye giderken, ufaklık boş bir tenekeyi ters çevirip üzerine oturdu. Sırtını duvara yasladı.

“Bu gece buradayız” dedi uzun boylu olanı
“Yarın ne yapacağız?” diye sordu ufaklık
“Yine buraya geliriz” dedi ikincisi, kucağındaki tahtaları kazanın önüne bırakırken

Uzun boylu olanı tahta parçalarını özenle kazanın içine yerleştirip kapağını kapattı. Kuçu az ileride yere uzanmış onları izliyordu. Ufaklık ayağa kalkıp üzerindeki eski püskü ceketi çıkarttı, ayaklarının önüne yere serip kuçuyu çağırdı. Kuçu koşa koşa gelip ceketin üzerine uzandı ve gözlerini kapattı.

Üçü de gülüştüler.

“Tahtalar tutuştu” dedi ikincisi
“Kömür getir” dedi uzun boylu olanı
“Ufaklık getirsin!” diye söylendi diğeri
“Uyudu” diyerek onu gösterdi uzun boylu olanı
“Sıcağı görünce..” dedi ikincisi

Tekrar gülüştüler.

Kömürleri de kazana attıktan sonra, karşısına geçip buldukları sandıkların üzerlerine oturarak ateşi seyretmeye koyuldular.

“Evimizin sobası da böyle yanardı” dedi uzun boylu olanı
“Senin evin var mıydı?” diye sordu ikincisi
“Vardı küçükken” dedi diğeri
“Benim hiç olmadı” dedi ikincisi
“Ufaklığın da olmamış” dedi uzun boylu olanı

Yerinden kalkıp kazanın kapağını açtı. “Sıcak güzeldir” diye mırıldanarak birkaç kürek kömür atıp yerine oturdu. İkincisi mikrofonlu avucunu ağzı ile burnu ortasına gömerken onu kafası ile onayladı.

“Neden ayrıldın evden?” diye sordu ikincisi
“Hatırlamıyorum” dedi diğeri
“Ben mahpushanede doğdum” dedi ikincisi
“Sıcak güzeldir” diye mırıldandı uzun boylu olanı ve ayağa kalkıp birkaç kürek daha kömür attı kazana.
“Annen var mı?” dedi ikincisi
“Vardı” dedi diğeri ve yine yerinden kalkıp birkaç kürek daha kömür attı kazana, sonra da mırıldandı yine: “Sıcak güzeldir”

Tavandaki ampulün ve harıl harıl yanan kalorifer kazanının verdiği ışıkla içerisi
aydınlanmıştı. Ufaklık ve kuçu gün boyu soğukta yürümenin yorgunluğuyla hemen uyumuştu. Yüzlerindeki gülümsemeden güzel rüyalar gördükleri anlaşılıyordu.

“Çok sıcak olmadı mı?” diye sordu ikincisi
“Sıcak güzeldir” diye cevapladı mırıldanarak uzun boylu olanı, gözlerini kazanın ateşinden
ayırmadan ve ayağa kalkıp ceketini çıkardı, sonra da birkaç kürek daha kömür attı kazana.
“Uyumak istiyorum” dedi ikincisi
“Uyu” dedi uzun boylu olanı

Ceketini çıkarıp yere serdi ve üzerine kıvrılıp gözlerini kapattı. “Sıcak güzeldir” diyerek sürekli kömür atıyordu kazana uzun boylu olanı. “Bizim evdeki soba da böyle yanardı” diye de ekledi. Kazanın kapağını kapadıktan sonra, poşetinden bir şişe çıkarıp, avucunun içindeki bezin üstüne bir miktar sıvı döktü. Sonra burnuna gömdü ayalarını.


“Çok sıcak” diye söylendi yattığı yerden ufaklık.

Kuçu sıcaktan rahatsız olup yattığı yerden kalktı ve kazan dairesinden dışarı çıkıp, merdivenlerden yukarıya doğru birkaç basamak tırmandı. Orada uyuklamaya devam etti.
İkincisi bir şeyler sayıkladı ama ne dediği anlaşılmadı.

“Sıcak güzeldir” dedi uzun boylu olanı. Küreği eline alıp, kan ter içinde kalıncaya dek, kazanın içini ağzına kadar kömürle doldurdu. Arada bir de sağ elini ağzıyla burnunun ortasına götürüyordu. Kazanın kapısını zar zor kapatıp karşısına oturdu. Kazan sallanmaya başlamıştı ve sesler çıkartıyordu. “Evimiz sıcaktı” dedi, “Kışın sobamız yanardı, karşısında uyurdum. Sabah yatağımda uyanırdım”

Üçünün de vücudundan terler akıyor, kazan gürültüyle sallanmaya devam ediyordu. “Sıcak güzeldir” diye tekrarladı.

Önce kazanın termometresi patladı, ardından kazan. Birer ateş bombası gibi sağa sola savrulan kalın mermer kütlelerinden biri ufaklığın, bir diğeri uzun boylunun kafalarını buldu, birkaç tanesi ikincinin vücudunun değişik yerlerini. Ortalık duman ve mermer parçaları ile yanan kömürlerin alevlerinden seçilemiyordu. Hemen sonra yanmış et kokusu da yayıldı içeriye.

Kuçu koşarak yanlarına geldi, önce ufaklığın yüzünü diliyle yaladı, sonra ikincinin, sonra üçüncünün. Uzun boylu olanı dudaklarını kımıldatıp, mırıldandı: “Sıcak güzeldir”

Kuçu başını sol omzunun üstüne yatırıp uzun boylunun suratına baktı, ama ne dediğini anlayamadı.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat