Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 35

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 589.688 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #341
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beni acıtan, ruhumu kanatan, okudukça Başımı döndüren, midemi bulandıran bir hikaye.
Sizde okuyup adrenalinizi yükseltmek isterimsiniz?
Sponsorlu Bağlantılar
Bakın o zaman hayat, ne gerçekçi nede sahte, bir kimlikte görün bakın.
Buyurun okumaya o zaman..
Bir annenin feryadı yaşanmış gerçekler.
Keşke bunlar rüya olsaydı, acaba hayal mi yoksa, rüya mi dedirten cinsten.
Gece çok ayaz, kar var, kar değil sanki buz yağıyordu. Bu gece yarısı bir yolculuktu, çok üşüdüm.
İliklerim donmuş konuşmaya halim yoktu. Titreyen ellerim, zangırdayan bedenim, kendimi idare etmekte güçlük çekerek,
topladığım bavullarla, geldiğim tren garı. Olmayan treni beklemek, ne çaresizlik biliyor musunuz? sabah olur elbette diye düşündüm.
Burada vakit geçer diye oturdum oracığa ağlamaktan şişen gözlerim bir şeyler görmez ve seçemez oldu. Gece yarısını geçmişti ki,
başıma dikilen polisin, ne dediğini anlamak için zorluk çekerek boş gözlerle bakmam anlamsız geldi elbette, neden ağlıyorsun? nereye gidiyorsun? bu saatte tren yok. Bunu biliyorsun bende burayı kapatmam gerek, kapıları kilitleyeceğim dedi ve bavullarımı dışarı almam gerektiğini, söyleyerek taşımama yardım edip beni kapıya koydu. Varan iki… Birkaç saat önce bulunduğum evden atılmıştım. Bu bir evlattı, oraya getirip kaçarcasına arabayla uzaklaşmaları, beni kör etmişti. Gözlerim o manzarayı görmeseydi de, kör olsaydı Ama gördü.. Dışarısı adeta buz, çok soğuk ve buzla karışık kar var… Nereye gitsem acaba?
Yakında bulunan öteller el yakıyor ve uzaklara gidememek, çok çaresizim… Göz yaşlarım kara eşlik ediyor.. Fakat kar bile onlarla yarışamıyor, ağır kalıyor yanında… Uzun uğraşlar sonucu, sabah olmak üzere iken bir otel bulundu… Yatış o yatış, üç gün ateşler içinde yanana bedenim, bütün günahlarımı ödemişti.. Öte yandan beni bırakıp dönen, evlat sıcacık evinde kim bilir kaçıncı keyfinde ve uykusunda idi.. Daralan gönlüm, iyice büzüşmüş ve yok olmaya çabalıyordu.. Son bir gayretle, dördüncü günü yol, on dört saat bir yerlere geldim.. Oradan da on üç saat gitmem gerek.. Uçağı beklemek için son bir gayretle, yaradana sığınıp alana geldim… İşte merhametli insanlar benim halkım ve uçağın içi bindiğimde çok çaresiz ve yalnızdım… Sağa sola bakındım, bir tane desen tanıdık yüz yok.. Geriye bakmaktan boynum tutulmuştu.. Nihayet bitkin bedenim oracıkta uyuya kaldı.. Çok açım dedim ağladım, ama ya ben demedim ya duyan olmadı. Benimle olan iki kişi daha olduğunu zaman sonra hatırladım.. Biri benim evladımdı, diğeri eşi onlarda yoktu ortada..Bir zaman sonra uyandığımda bir kişinin başımda durduğunu bir şeyler konuştuğunu fark ettim.. Tanımadım sonradan benim çocuğum olduğunu anlattı ve bir çay sandviç istedim. Yediğimde tekrar yatma ihtiyacı duyarak uzandım ve ve işte ülkem.. Ben, hala ağlıyordum.. gar gözümün önünden gitmiyordu, birde hızla uzaklaşan bir araba.. Geride bir şey yoktu, indiğim yerden gideceğim yere hava muhalefetinden dolayı uçaklar kalkmadığından dolayı bir perişanlık daha...Orada da altı saat kadar bekledikten sonra, tam elli saat sonra otel hariç evimdeydim. ben hala ağlıyordum.. Girdiğim evimde, o evlattan bir eser olsun istemedim… Ne var ne yok kırdım attım. En önemlisi, onu sonsuza kadar kalbimden atmıştım… Şimdi tedavi oluyorum.. Bir şeyleri yaşamaya hayatımın, bu bölümünde onlar sız bir yaşam düşünüyorum.. İşte, bir annenin feryadı bu, yeter mi sizce? … Hayırlı evlat nedir Kimdir? neler yapmalıdır.. Yada hayırlı anne nasıl olmalı? onlara gitmeden onlardan uzakta, bayramlaşmamalı bile kontlara konteslere bayram sofrası hazırlayıp, kendisi yok olmalımıydı? eli öpülmeye değer bulunsa öpülürdü, onların ifadesi…
Dokuz ay yetmez mi acaba? Allahım yüce rabbim, kaç ay daha emek etmeliyim ki elim öpülsün.. Onurum gururum çok darbe aldı…
Yaşamam zannediyordum, şimdi dua ediyorum Allahım. Sen bilirsin suçlusun diyorlar, suçumun cezası sende sen ver. Onları doğurduğum için, peşlerinde koştuğum için, uykusuz kaldığım için, ağladığım için, onlar hasta olunca ben yandığım için, onların yerine ben üşüdüğüm için, onları doyurduğum için, göğsümden emzirdiğim için, uyutup altlarını temizlediğim için, sen ver bana cezamı razıyım.. Bunları unutmak için ölüp dirilmek mi gerek Allahım.. Sen güç ver bana, sana sığınırım diyor gariban işte hayat işte evlat ve ona kan ona hayat veren bu bir anne gurbette yaşayan bir gurbetçi ve evlatları arasında gecen bir gerçek yaşanmiş anı..


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #342
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bu sabah da senden vazgeçtim, bütün sabahlar gibi...
güneşin ilk ışıklarına vererek umutlarımı,oyuncak dünyamın kapılarından çıkıp,girdim insan kalabalığına...
Sponsorlu Bağlantılar

bu sabah da senden vazgeçtim,
kanlı bir gülücük dudağımda...

Bu sabah da senden vazgeçtim...insan kalabalıklarında kaybolursam, belki kaybolur diye düşündüğüm içimdeki aşkın,gözlerimde seni aratıyordu insan yüzlerinin tarifsiz derinliklerinde...

bu sabah da senden vazgeçtim,
paslı bir lanet dilimin ucunda...

Bu sabah da senden vazgeçtim...Kadifeden Kesemi takıp dudaklarıma,bir gülücük kondurup gözbebeklerime,girdim dünyanın koynuna...

bu sabah da senden vazgeçtim
sakladığım hüznüm damarlarımda...

Hatırlıyor musun bu sabah da senden vazgeçmiştim... Bu akşam da senden vazgeçiyorum;

adresimi değiştirmedim:

SENİ BEKLİYORUM,
SENDEN VAZGEÇTİĞİMİ GÖRMEN İÇİN!!!


halil özer
tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #343
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
BU SEVDANIN ATEŞİ

Hep ertelelen bir an,hiç yaşanmamaya mahkumdur.Düşlerin bekleyişini yalnızca bir hüsran karşılayacaktır.Mevsimleri sayarsak,ömür baharsız tükenir gider.Sevdiğinizi bulmak ya da bulduğumuzu sevmek tercihi en zor iki seçenektir bu sınavda...Boşuna akan ırmaklar mı var yüreğimizde,sebebsiz mi coşkun bir denizde maviye hasretliğimiz?Ufukta görünen o ki,mutluluk tek kişiliktir aslında.Karşımazdakinin çabasına ihtiyacı yoktur mutluluğun.Aşkın da sevdiğin kadar büyüktür.Sevdiğin sürece meydan okur dünyaya.Hasretle beklenen gelmez hiç bir zaman,o hasreti yalnız tüketirsin.Karşılık bulmuyorsa sevda,umut değil,kendini hükümdar sanan köleler üretir,dönemezsin.Ama boşa geçmemiştir dolan vakit.Heba olan şiirlerin de değildir.Türkülerin diliyle yas tuttuğun geceler,sırdaşlığını hiç terketmez.Kıymetini bilmediğin kır çiçekleri yeniden açar,o gül solarken.Ayrılanlar yıllar geçsede üstünden,hep aynı acıyı çeker.Ama yollar hiç bitmez.Sonuna geldiğin,zannettiğin yerler birer duraktır aslında.Ve sen yolculuğunu gönüllü bitirmişsindir o durakta.Güneş hep geç kalırmış gibi gelir,sen bir havada mevsimle açacaktır belki.Hep bir umutla beklenirken sevda habercisi,yüreğini teselli etmek de sana düşer.Her şeye rağmen ürkütmesin seni bu sevdanın ateşi.Her yangın önce başladığı yeri yakar.Sana küçük kendime büyük gelen,yüreğimde yıllar geçse de senin adın yazar.Ve bil ki sevdiğim,uslanmaz ruhum yaşadıkça seni sever,seni sevdikçe yaşar....

Deli Şair
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #344
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Adını Kalbime Düşür

Elveda!
Küsmenin en derin mânâsıyla, kehribar kaygılarımın gül-ü rânâsıyla ve ruhumun ecel tegannilerine bahşedilmiş kurşunî cinasıyla…
Sular yokuş yukarı akmıyor…
Zaman, çiğnenen hatırların yüzüne dahi bakmıyor…
Ve, çerağın dingin kıvılcımları artık o dildâr için efkâr sigaraları yakmıyor!
Sürmeli diyârından kalma bir tahayyülle…
Hayır, hayır! O vakitlerden kalma bir haleti ruhiye ile yazılmıyor bu satırlar!
Neden yazıldığı muâmmâdan ibaret görünse de, aklı ve gönlü erginlerin kıyasında
boylu boyunca âşikâr…
Veda niyetine kalem son defa kağıt üzerinde yürüyor bu gece! Yürümek mi? Hayır!
Zavallı kalem, eline fazla gelen gönlün elinde sürünüyor bu defa!
Kalem, kalemliğinden bıkmış bu elde…
Ve dahi her seher kulakları değil kalbi çınlayan o belde…
İnsaf dilenmenin gârâbetinden sıyrılıp, cefâ makamında gam postuna oturmak için soyunulmuş bir hırkadan öte nedir ki aşk?
Yaşayamadıklarını yazanların hazanıdır satır arası hengâmeler…
Sabahı bekleyen melodilerin iç yakan tarafıyla başı dönen saatlerden davacıyım…
Hep acı çekerek eriştiğim bu noktadan bakarken aynaların yüzüne,
aynalarda çöküşünü kutlayan bir acıyım!
Kendimi tarif etmekten bitkin düştüğüm şu lahza,
nihai tarifime sokuluyor kelimeler…
O kelimeler ki, şimdi lime limeler!
Duyun ey âlem-i insanlık…
Bendeniz bir garip dağ başını mesken tutmuş, tebessümlere sebep teşkil edecek her ne var ise artık unutmuş ve zavallı dallarını poyrazların tecavüzüyle kurutmuş yalnız bir ardıç ağacıyım..




Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #345
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sahil


Göz alabildiğine uzanan bir sahilde, irili ufaklı sayısız çakıl taşı varmış. Denizin durgun ve havanın kapalı olduğu zamanlarda, bu taşlardan hiç bir ses duyulmazmış. Sadece martıların çığlıkları ve arada bir uzaktan geçen yolcu gemilerinin sesi yankılanırmış böyle günlerde. Ama deniz çoşup da dalgalar kaplayınca sahilleri, neşeleri gelirmiş çakılların. Hepsi ıslanıp iliklerine kadar titremelerine rağmen, şikayet etmezlermiş durumlarından. Çünkü denizin dalgalarıyla yıkandıklarında soluk yüzlerine renk gelir ve hava bir de açıksa, o geçici renkler güneş ışığından ötürü parlamaya başlarmış. İşte bu zamanlarda, çenesi düşermiş çakılların.
- Biz gerçekten güzeliz, diye kasılırlarmış.. Hem renkliyiz, hem parlak.
Sadece bu kadarla da yetinmezmiş çakıllar. Diğerleriyle kıyaslarlarmış kendilerini, bazen kavga ederek, “sen küçüksün ben büyük”, “sen soluksun ben parlak” gibi laflarla. Kavganın en civcivli anında, bir ses duyarlarmış çoğu zaman. Derinlerden gelen o ses:
— Güzelliğinizle asla övünmeyin, dermiş onlara. Hele hele o güzelliği başka yerden almışsanız.
Çakıllar, pek aldırış etmezlermiş bu sese, yine renklerinden bahseder ve sataşırlarmış birbirlerine. Ama o ses tekrar duyulur ve:
— Renkli olmak hüner değildir, dermiş. O parlaklık ruhunuzdaysa eğer, renksiz olmak zarar vermez sizlere.
Çakıllar, kendilerine o güzeliği veren şeyi ve derinden derine gelen o sesi merak etmedikleri için, gülüp geçerlermiş söylenenlere..

Çakılların güzellikleriyle övündükleri bir gün, devlere benzeyen makinalar girmiş o sahillere. Çelik tekerlekleriyle ezdikleri taşları bin parçaya bölerek. Birbirinden gururlu taşlar, o devlerin pençeleriyle savrulup atılmışlar bir yana. Dağ gibi yığılan çakıllardan bazıları, bu sefer “biz üsteyiz, siz altta” diyerek dalga geçmişler ezilenlerle. Kısa bir zamanda, sahilin altı üstüne getirilmiş adeta. Çakıllar, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, adamlardan sevinç çığlıkları yükselmeye başlamış:
— Bulduuuk! diye bağırıyorlarmış hep bir ağızdan. Bir sahil dolusu çakıla bedel olan o taşı bulduk.
Çakıllar, neyin bulunduğunu merak ederek adamlara baktıklarında, onların ellerinde renksiz bir taş görerek hayrete düşmüşler. Hepsi dudak bükerek alay etmek üzereyken, o renksiz taş güneş gibi parıldayarak selamlamış kendilerini, güneş çoktan batmış olmasına rağmen.
Parlak taş, bir kenara atılan çakılların şaşkınlığı farkedince:
— Yıllar boyu sizinle konuşan bendim, diye gülümsemiş.. Sizlerden çok daha aşağılarda ve toprakaltındaydım. Ama içimdeki ışığı hiç bir zaman kaybetmedim. Ve o ışığı kimden aldığımı bildiğim için de asla gururlanmadım. Bu yüzden de sultanlara taç olup başlarda, yüzük olup eller üstünde taşındım asırlardır. Çakıllardan hiç bir cevap gelmemiş. Adamlar ise, gece olmasına rağmen makinalarını başka bir sahile yönlendirmişler. Ay ışığından aldıkları parlaklıkla öğünen yassı çakılların bulunduğu karşı sahile…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #346
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
kiskanc nisanli
onu cok seviyordu deliler gibi 3 sene onla bir birlikteligi olmustu onla ve ailesiyle arasicok guzeldi taki askere gittigi zaman askere gittigi zaman onla kac ay konustu daha sonra gun gectikce ondan sogumaya basladi arkdasimizi bir gun elinde cicekle görduk oda arkadasin dedi gun gectikce arkadas yaninda bir oglanla dolasmaya basladi o hala bize anlatmamaya basladi daha sonra duydukki askerdeki sevgilisinden ayrilmis
o bize bunu söylerken biz ona kizdik sonucta o cok sevdigini arkadasindan bicaklamisti onu askerdeyken birakmisti.gunler aylar gectike arkadasim yeni sevgilisiyle geziyor egleniyor daha sonra nisanlandilar taki biz bir gun oturuken o geldi ve sarhostu birdenbire arkadasimizi dövmeye basladi biz o saskinlki icinde ne yapcagimizi sasiridik ayirmaya calistik fakat arkadasim agliyordu daha sonra hocalar onlari ayirdilar bizim arkadas cok sevdiginden ewlindeki yuzugu bile atmadi fakat cocugun yaftigi davranislar bizi cok snirlendirmisti aradan 2 gun gecti birde baktikki arkadasim nisanlisiyla sarmas dolas VE BiZ BU DURUMA COK sAsIRDIK VE ONDA COK KIZDIKKKKKKKKK
KaRaYeL61 - avatarı
KaRaYeL61
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #347
KaRaYeL61 - avatarı
Ziyaretçi
Deniz İle Kayahan

Deniz âşıktır Kayahan’a, Kayahan’da Deniz’e… Çok mutludurlar. Düşünceleri, fikirleri, hisleri hep birliktedir. Bilmeyen kalmamıştır sevdalarını. Haykırmışlar bir kere, duymayan kalmamış. Hiç ayrılmayacaklarını düşünürken birden soğukluk başlamış. Deniz ayrılmak istiyormuş. Çünkü yalan söylüyormuş Kayahan. Aldatmış gözü ondan başkasını görmeyen Deniz’i. Kaldıramamış bu ihaneti… Günlerce odasına kapanmış. Ceza vermiş kendisine “nasıl inandım” diye. Onsuz geçen her gün acısını daha da arttırıyormuş. Kayahan ise perişan hallerde affettirmeye çalışıyormuş kendisini sarhoş sokaklarda gezinerek. Günlerce beklemiş penceresinin altında, perdesini açarda bir kez olsun melek yüzünü görürüm umuduyla. Görememiş… Gündüzleri gecelere, geceleri gündüzlere bağlamış Kayahan, Deniz için… Deniz ağlıyor, nefret ediyormuş hayattan. Utanmış bu hayatta olmaktan. Her gün ölüme yalvarmış, kurtarsın diye onu bu dünyadan. Özür dilemiş sevgiden. İhanete uğrayacağını hiç düşünmemiş. Mahcup olmuş aşka.
Yalvarmış, yalvarmış, güneşsiz günlerde yalvarmış ölüme, deniz. Yalvarmış, yalvarmış, çamurlu kaldırımlarda, sokakla beraber yalvarmış hayata, yeni bir hayat versin diye, Kayahan. Günlerce yalvarmışlar, günlerce yağmur yağmış, günlerce ağlamış bulutlar. Ansızın çekilivermiş siyah bulutlar. Bir buket ışık vurmuş pencereye. Kayahan’ın gözleri pencerede, birden pencere aralanmış. Deniz’in gözleri deniz, dalgaları kıyıya vuruyormuş, öfkeli… Kayahan çırpınıyormuş denizde, dalgalarda, bakışlarda… Bulutlar usulca ağlamaya başlamış. Güneş çekilmiş. Deniz çekilmiş. Feryatlar yükselmiş odadan. Çığlıklar büyümüş dağlar gibi. Kayahan’ın dudağından kelimeler dökülmüş; “ ölüm git, ölüm git, ölüm git, git ne olur…” Kayahan düşmüş olduğu yere. Derin bir uykuya dalmış. Deniz’in dilekleri kabul edilmiş. Ölüm alıp götürmüş. Gururluymuş. Kurtulmuş. Kayahan günlerce süren uykusundan uyanmış günlerden bir gün. Beyaz kefenli kadınlar varmış yanında. Korkmuş. “almadınız onu değil mi, söyleyin almadınız değil mi?” hemşirelerin şaşkın bakışları altında koşmaya başlamış. Gittiğinde pencere kapalıymış. Beklemeye başlamış. Deniz’in annesi görünmüş, deniz bakışlı. Dayanamamış, boğulmuş köpüren bakışlarda. Yine koşmaya başlamış Deniz’e… Utanmış yanına gitmeye. Uzaktan bakmış uzunca. Cesaretini toplamış. Uzanmış yanına. Toprağını koklamış. Kokusu hiç değişmemiş. Lakin affetmemiş de Kayahan’ı. En sevdiği beyaz güllerden dikmiş sol tarafına. Yanında uykuya dalmış farkında olmadan. Yağmurlar yağmış üzerlerine. Son kez aynı yağmurda ıslanmışlar. Uyandığında, diktiği beyaz güller solmuştu, siyahtı. Şimşekler çakmış gökyüzünden. İstememiş üzülmesini Deniz’in… Giderse daha mutlu olacağını düşünmüş. Sakince yola koyulduğu an bulutlar yol vermiş güneşe. Son bir kez daha baktığında güller beyazmış. Gülücükler açmış yüzünde Kayahan’ın. Affedilmese de gülleri kabul edilmiş. En son da orada görülmüş.


tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #348
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
SÖZ YETMESE BİLE...

Seni seviyorum.çünki her sabah kalktığımda bir günü daha seninle geçirecek olmanın mutluluğunu yaşatıyorsun bana.Ben güne seninle başlıyorum ve her gün hayatı yeniden keşfediyorum.Seni seviyorum,çünki gökkuşağının her tonunu gölgede bırakan en parlak sensin.Her şey senin rengini taşıyor ve benim için ancak ozaman anlamlı oluyor.
Seni seviyorum,çünki soğuk günlerinde içimi ısıtan ılık rüzgarsın.Sıcak günlerde ise ferhlık veren kuzey rüzgarı.İliklerime işleyerek esiyorsun.
Seni seviyorum,çünki her şeyde sen varsın.Nasıl olmayasın ki!...Sanki sen doğdığumdan beri içimdeydin.Yüreğimin en derin köşesindeydin.Sanki ortaya çıkmak için beni bekliyordun.Ve ben orada olduğunu fark edince hakettiğin yere çıkardım seni.
Seni seviyorum,çünki hep benimlesin.Seni görmem için yüzüne bakmam gerekmiyor.Gözümü kapatsam ordasın.Gördüğüm her yüz aslında sensin.
Seni seviyorum,çünki gözlerinin içindeki binlerce yıldız,gecenin karanlığını deliğ geçiyor.Sen bana bakarken ben kendimi yıldızlara bakar gibi hissediyorum.O yıldızların parlaklığında kaybediyorum kendimi.Gözlerim kamaşıyor ama şikayetçi değilim aydınlığından.Güneş doğmasa,yıldızlar kaybolmasa diyorum,ama biliyorum ki güneşim de sen olacaksın gecenin sonunda.Bu kez parlak,daha aydınlık çıkacaksın karşıma.
Seni seviyorum,çünki saçlarının ellerimin arasından kayıp giderken,dünyadaki cenneti bulmuş gibi hissediyorum kendimi.Cennetin sahibi sensin ve biliyorum ki sadece izin verdiklerin girebilir o cennete.Ben o cennette kalmaya kararlıyım.
Seni seviyorum,çünki her gülümseyişin içime yeniden yaşama sevinci dolduruyor.Her gülümseyişin,karamsarlığı yıkıyor,umutsuzluğu parçalıyor.Bir çiçek bahçesine çeviriyor çorak dünyayı.
Çiçek dedim ya bir çiçek adı verseydim sana papatya olurdun.Açmasıyla dünyaya,insanlara baharın geldiğini müjdeleyen papatya...İddasız ama güzel.Güzel ama kibirsiz...
Seni seviyorum çünki,seni sevmeyi,sana dokunmayı,seni dinlemeyi,sana bakmayı,seni koklamayı,seninle paylaşmayı seviyorum.Seninle birlikte insana dair ne varsa onları da seviyorum.
Seni sevdiğimi anlatmaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğumu da görüyorum.Her sözcükten sonra durup durup tekrar düşünüyorum,seni yeterince anlatabildim mi diye...Biliyorum ki yetmeyecek,bu kadar sözcükten sonra bile sana sevgimi anlatamamış olacağım.
Sözcüklerin bittiği yerde gözlerime bak.Onlar bu sevgiyi çok daha iyi anlatacaktır sana...

Deli Şair
KaRaYeL61 - avatarı
KaRaYeL61
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #349
KaRaYeL61 - avatarı
Ziyaretçi
İlk Damla


Çok uzaklarda dört yanı uçsuz bucaksız denizlerle çevrili, bir ada ülkesi varmış. Uzaktan su değirmenini andırdığı için Değirmen Adası derlermiş. Adanın kralı yaşlı bilge bir değirmenciymiş. Yolunu kaybeden gezgin denizciler ve rotasını şaşırmış korsanlar hariç pek ziyaretçisi olmazmış. Ülkesini ve değirmenci kralı seven halkın çok iyi korumasından dolayı tek bir altın paraları dahi korsan hazinesine girmemiş.
Kralın çok güzel bir kızı varmış. Saçları başak sarısı, buğday tenli, baktı mı insanı alıp denizin en dibindeki havalı havalı bir sağa, bir sola dans eden, o eşsiz güzellikte ki yosunları hayal ettiren yemyeşil gözleri varmış. Adı Bulut Prensesmiş. Yedi düvele nam salmış, prensesin yosun gözleri. Bulut prenses bunun farkında değilmiş. Çok alçakgönüllüymüş. Öyle saatlerce aynanın karşısında altın taraklarla vakit geçirmezmiş. Başkasıyla güzelliğini kıyaslamadan sarayın cennet bahçesini andıran yaşlı zerdali ağaçları arasında gezermiş. Kimi zaman da sandal ile adanın çevresindeki küçük adacıklara gider orda ki tek ve yaşlı Çömlekçi Gök Dede ’den masallar dinler, papatyalar toplar, uğur böceği yakalayıp dilekler tutup uçuşunu izlermiş. Ve her dilekten sonra, uçan uğur böceğinin arkasından bakar, huzurla gözlerini kaparmış; duası kabul olmuşcasına...
Gök Dede, sadece bu küçük adada yaptığı çömleklerle herkesin takdir ettiği iyi bir ustaymış. Korsanlardan canını zor kurtarmış ve değirmen adasına sığınmış bir gemiden annesini babasını kaybeden küçük bir çocuğu evlat edinmiş. Bütün hünerini, sanatını Toprak adını verdiği oğluna öğretmiş. Toprak, Gök Dede ’yi babası bilirmiş. Zamanla babasından daha iyi çömlekler ve hatta heykeller yapar olmuş ve Toprak Usta adını duymayan kalmamış. Toprak ise babasını dinlemeye gelen prensese kara sevdalı ama onun bundan haberi yokmuş. Toprak;
- ” O prenses, ben ise çömlekçinin oğluyum, ” dermiş. Babasından masallar dinlemeye gelen prensesi gördükçe yüreği yangın yerine dönen Toprak Usta denize atlar ve yosunların denizin en güzel canlısı benim dercesine dans edişini gördükçe kızarmış onlara;
- “ Siz Bulut Prensesin gözlerini gördünüz mü? “ dermiş. Onlarda gururlarından taviz vermeden pervasızca, ukala ukala kendilerinden daha güzel bir canlı yok, derlermiş. Bu durum Toprağı çılgına döndürürmüş. Ama Toprak Usta ümitsiz sevdasıyla kayalara verdiği şekillerle kendini avutmaya çalışırmış. Onun aşkla şekil verdiği heykeller herkes tarafından beğenilir olmuş.
Çömlekçi Gök Dede ’nin oğlunun yaptığı heykelleri merak eden kral huzuruna çağırmış. Toprak Ustadan sarayın bahçesine bu güne kadarki en güzel heykeli yapmasını istemiş. Öyle yaa madem ustası kendi ülkesindeydi kralın, en güzel heykeli de sarayın bahçesine yaptırmalıydı. Toprak Usta kralın isteğini daha duyar duymaz ne yapacağına karar vermiş. Atölyesinde dışarı çıkmadan, kimseye, babası Gök Dede ‘ye bile göstermeden dünyanın en güzel heykelini yapmaya başlamış. Kral aradan günler haftalar geçtikçe daha fazla merak eder olmuş ama sanatçıya ve sanata saygısından soramamış Toprak Ustaya,

- “ Ne heykeli yapıyorsun? ” diye. Kızına;

- “ Sen Gök Dede ’ye masallar dinlemeye gidiyorsun ordayken bak bakalım sarayımızın bahçesine ne heykeli yapılıyor? “ demiş.

Prenses kendisinin de çok merak ettiği heykeli bir an önce görmek için atölyeye gitmiş.
Toprak Usta bunlardan habersiz büyük bir titizlikle ve sadece yosunlara söylediği ama onların en güzel canlı benim demekte ısrar etmelerine kızdıkça öfkesini sevdasıyla yoğurup heykeli nakış gibi işlemeye devam ediyormuş. Yosunlar prensesi görmedikleri sürece bu iddialarından vazgeçmeyeceklerini düşünür dururmuş ama bunu nasıl yapacağını kendiside bilmiyormuş.
Prenses atölyenin önüne geldiğinde içerde Gök Dede‘nin oğlunun heykel için çalıştığını görmüş. Kimsenin olmadığını farkedince içeri girmiş. Prenses, Toprak Usta ile göz göze gelmiş ama bu Toprak Ustanın bittiği anmış. Prenses, Toprak Ustanın yaptığı heykelin kendisi olduğunu farkedince şaşırıp kalmış. Ve o an anlamış Toprak Ustanın kendisine aşık olduğunu. Soramadan edememiş;

- “ Dünyanın en güzel şeyi ben miyim ki benim heykelimi yaptın? Toprak Usta artık dayanamıyormuş ve sırrının açığa çıkması ile kaybedeceği hiçbir şeyde kalmamış.

- “ Evet, sensin prensesim ama bunu bir tek yosunlara anlatamadım, artık onlarda bu güzelliği görsün artık ,” deyip denize dalmış. Prenses Bulut, Toprak Ustanın ne yapmak istediğini anlamadan beklemiş.
Toprak Usta denizden yosunları topladığı gibi bir çırpıda çıkıp atmış prensesin önüne. Prenses ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş. Dayanamamış sormuş.
O da;
- “ Yosunları bu güzelliği görüpte denizin dibinde öyle havalı havalı bir sağa bir sola dans etmesinler diye topladım. ” O güne kadar, en güzel canlı olduğunu iddia eden yosunların rengi atıverir ve kurt yemiş yaprağa dönerler ve bugünkü şeklini alırlar; cansız ve ruhsuz. Yosunlar bu eşsiz gözlerin güzelliğinde kaybolur giderler. Ve bir daha güzellik iddiasında değil bulunmak canlarının bağışlanması için yalvarmışlar, Toprak Ustaya;

- “ Tekrar bizi denize at, ” diye. Ve o gün bu gündür güzellikte nice kraliçelere ve prenseslere güzellik ürünü olarak hizmet etmek sözünü vererek yaşamlarına denizin en dibinden çıkmamak üzere izin vermiş...
Kendilerini güzelleştirmeye adamışlar. Toprak Usta denizin derinliklerinden yosunlarla yükselirken vurgun yemiş ama o aşkla prensesin yanında buluvermiş kendini... Prensesin gözlerinden mi? Yoksa denizden mi? Bilinmez vurgun yediği. Bilinen bir gerçek o günden sonra Toprak Ustanın bir daha gözlerini açamadığı...
Bu durum karşısında Bulut Prenses gözlerini açmadan yerde yatan Toprak Ustanın başını kollarına almış ve kendisi için canını hiçe sayan bu âşık karşısında gözlerinden sadece bir damla yaş akmış önce. Yanaklarından süzülüp çenesinden kayan bu ilk damla yaş düşmüş Toprak Ustanın tam kalbinin üstüne. Prenses Toprak Ustanın cansız bedenine sımsıkı sarılıp başlamış iki gözü iki çeşme ağlamaya. Ve o an taş kesilmişler. Gök Dede içeri girdiğinde prensesle oğlunun birbirine sarılmış taş bedenlerini gördüğünde öyle bir gürlemiş ki yedi cihan duymuş. Bu sesten deniz yükselmiş dalgalar oluşmuş ve küçük adayı yutuvermiş...
Ve derler ki her gök gürlemesinde çömlekçi Gök Dede ’nin sesidir o aslında ve buluttan düşen ilk damla prensesin gözyaşıdır ve düşer toprağın tam kalbine...



tikkymelike - avatarı
tikkymelike
Ziyaretçi
10 Mart 2007       Mesaj #350
tikkymelike - avatarı
Ziyaretçi
HERKES İÇİN BİRAZ MUTLULUK

Jerry,çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi.Keyfi her zaman yerindeydi.Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu.Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile.Bu adam,bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?Birisi nasıl olduğunu sorsa;"Bomba gibiyim" diye yanıt verirdi hep..."Bomba gibiyim".Jerry doğal bir motivasyoncuydu....
Yanında çalışanlardan biri,o gün,kötü bir günündeyse,Jerry yanına koşar,duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı.Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni...Bir gün Jerry'e gittim.Anlamıyorum dedim...Nasıl olur da her zaman ,her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun...Nasıl başarıyorsun bunu?Her sabah kalktığımda kendi kedndime Jerry bu gün iki seçimin var:Havan ya iyi olacak,ya kötü..derim.Havamın iyi olmasını sseçerim.Kötü olduğunda yine iki seçimin var:Kurban olmak ya da ders almak.
Ben başıma gelen kötü şeylerden drs almayı seçerim.Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde,yine iki seçimim var...Şikayetini kabul etmek,ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek.Ben hayatın olumlu yanlarını seçerim.
Yok yahu diye protesto ettim.Bu kadar kolay yani?Evet...Kolay dedi Jerry...Hayat seçimlerden ibarettir.Her durumda bir seçim vardır.Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin.Sen insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.Sen havanın,tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin..Yani sen,hayatını nasıl yaşayacağını seçersin!...
Jerry'in sözleri beni oldukça etkiledi.Onu,uzun yıllar görmedim.Ama,hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine,seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırladım.
Yıllar sonra,Jerry'in başına çok talihsiz bir şey geldi.Soygun için gelen hırsızlar paniğe akpılıp,Jerry'i delik deşik etmişler...Ameliyatı 18 saat sürmüş,haftalarca yoğun bakımda kalmış.Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hala vücudundaymış.
Ben onu,olaydan altı ay sonra gördüm.Nasılsın?diye sorduğumda,Bomba gibiyim dedi Bomba gibi.Olay sırasında neler hissettin Jerry dedim.Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm...Ya yaşamayı seçecektim,ya ölümü..Ben yaşamayı seçtim.
Korkmadın mı,Şuurunu kaybetmedin mi!...Ambulansla gelen harika insanlardı.Bana hep iyileşeceksin merak etme dediler.Ama acil servisin koridorunda sedyemi hızla sürerlerken,doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum.Bu gözler bana;Bana adam ölmüş diyordu.Bir şeyler yapmazsam ,biraz sonra ölü adam olacaktım gerçekten...
Ne yaptın?diye merakla sordum..Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak herhangi bir şeye alejim olup olmadığını sordu...Evet...diye yanıt verdim..Var...Doktorlar ve hemşireler merakla sustular..Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve bağırdım:Benim kurşunlara alerjim var!...
Doktorlar ve hemşireler gülmeye başaldılar.Tekrar bağırdım.Ben yaşamayı seçtim.Beni bir canlı gibi ameliyat edin.Otopsi yapar gibi değil..
Jerry,doktorların sadece büyük ustalıkları sayesinde değil,kendi olumlu tavrının büyük katkısı ile yaşadı.Yaşaması bana yeni ders oldu.
Her gün,hayatımızı dolu dolu yaşamayı seçme şansımız ve hakkımız olduğunu ondan öğrendim...
Ve her şeyin kendi seçimimize bağlı olduğunu....

Francie Baltazar-Schartz

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat