Upuzun, bana kapkara gelen trenin yanında anlamsızca bakakalmıştım giden kadının ardından. Ne hissetmeliydim tam olarak kestiremiyordum, diğer çocuklar gibi ağlamam, tepinmem mi gerekiyordu, yoksa burada bırakıldığım için sevinmem mi... Belki de sadece el sallamam gerekiyordu. Hayır, hiçbirini yapmadım, sadece bakakaldım giden ve adı 'anne' olan kadının arkasından'
Hatırladığım kadarıyla onda da çocuğundan ayrıldığına dair herhangi bir üzüntü ya da başındaki beladan kurtulduğuna dair herhangi bir sevinme duyguları yoktu. Gitti ve ben baktım ardından' Tam trenin ilk basamağına adım atmıştı ki arkasını döndü ve ifadesiz bir yüzle el salladı, eh işte bende gayri ihtiyari kaldırıverdim elimi'
Neredeydim, neden buraya getirilmiştim ve nereye götürülecektim bilmiyordum. Her zamanki gibi elbette birileri tarafından karnım doyurulacak ve yatmam için bir yatak verilecekti, bundan yana endişe duymuyordum. Ama kimin yanında ve nerede?.. Henüz beş yaşında küçücük bir çocuk olmama rağmen galiba yaşımın üstünde bir olgunluğa sahiptim, belki de tam tersine sahipsizlikten, birilerine ait olma duygularının ve güvencinin yoksunluğundan kaynaklanan büyük bir boşluğa.
Şu an düşündüğümde o anki duygularımı tam olarak hatırlayamıyorum, ya ürktüğümden, ya da her neyse' Aklımda kalan olaylardan bir tanesi de omzuma bir kadın eli dokunduğunda korkup kim olduğuna bile bakmadan bir iki adım gerileyerek kendimi o elden uzaklaştırdığımdı. Fakat inatçı el tekrar geldi, bu sefer iki omzumdan yakaladı ve eğilerek gözlerimin içine baktı.
' Merhaba, ben Nurgül, seni almaya geldim.'
'..............'
'Galiba bundan sonra beraber yaşayacağız. Senin annen olmak istiyorum.'
'Ama ben anne istemiyorum...' dediğimi ve kaçtığımı gene belli belirsiz hatırlıyorum. Çünkü neden bu tepkiyi verdiğimi ve nereye doğru gittiğimi bilmeden neden amaçsızca koştuğum hakkında bir fikrim yok. Oysa o gülen gözlerden bir an için bile olsa hoşlanmıştım, ama çocukluk işte, aklıma gelen tek şey tanımadığım bu insanlardan uzaklaşmak olmuştu. Arkamdan,
' Koş Cafer!' diye bir ses duydum. Bu sefer kadının yakınlarında duran bir adam tek hamlede yakaladı beni ve kucağına bastırdı. Tepiniyordum, bağırıyordum şirret çocuklar gibi, ama ne yazık ki nedenini bilmiyordum.
Kocaman çikolata paketini görünce susmak zorunda kaldım, çünkü eğer bağırmaya devam edersem onu bana vermeyeceklerini son derece kararlı bir ifadeyle söylemişlerdi. Sustum ve hırsla yemeye başladım. Ara sıra gözümü kaldırıp, kendi aralarında bana bakarak konuşan adamla kadını inceliyor, göz göze gelince de hemen hırçınca kafamı çevirip çikolata paketine geri dönüyordum. İyi de paketin sonu gelmişti, şimdi ne yapmalıydım?..
Onlar boğazımın derdine dağılan dikkatimi fırsat bilip hemen bir arabaya attılar beni büyük insanların çevikliğiyle. Bu sefer itiraz etmedim, edemedim zaten alışıktım oradan oraya sürülmeye.
İki katlı, küçük, bir o kadarda sevimli olan evin önünde indik takır tukur eski model arabadan. Bana tüm soğukluğuma rağmen evi dolaştırıp, istekle hazırlandığı her halinden belli olan odamı gösterdiler. Hareketlerinde şimdiye kadar alışık olmadığım bir ilgi ve sabır hissediyordum, dolayısıyla onlara alışmam zor olmadı. İlk haftalarda hiç konuşmamama rağmen isteklerini itirazsızca uyguladım, kendim yaklaşamıyordum öyleyse o iki insana fırsat vermeliydim, çünkü onlardan zarar görmeyecektim, bunu hissettim küçücük yüreğimle...
Bir gün benim için özenle hazırlanmış kahvaltı sofrasında otururken soruverdim.
' Siz benim annemle babam mı oldunuz?'
Sesimi duymak beklemedikleri bir olaydı, birdenbire durdular ve gülümseyerek bana baktılar, haftalardır gösterdikleri uğraş boşa gitmemişti.
' Güzelim sen nasıl istersen öyle olsun. Yani anne, baba da diyebilirsin, isimlerimizle hitap edip amca, teyze de diyebilirsin. Şunu bil ki biz seni çok seviyoruz ve günler ilerledikçe daha çok seveceğiz. Eğer sen istersen annen baban olmaya hazırız.'
'Ama benim annem var.'
'Evet annen var ama şimdi çok uzaklarda ve seni bize emanet etti. İstediğin zaman onu görebilirsin. O çalıştığı için sana bakamıyormuş. Bundan sonra evin burası, okula gideceksin, arkadaşların olacak ve biz senin hep yanında olacağız.'
'Yani hep burada mı kalacağım?'
'Evet, her zaman. Artık bizim çocuğumuz olacaksın.'
'O zaman siz de benim annemle babam olun.'
Orta yaşlarını sürdürmekte olan, her ikisi de hafifçe toplu bu kadınla erkeğin istem dışı elleri birbirini bulup sıktı ve gözleri doldu. O zamanlar onlar için ne ifade ettiğimi bilemiyordum ama galiba bende sevinmiştim.
-----
Zaman içerisinde yeni annemle babama, evime, odama, en çok da köpeğimiz Huysuz'a alışmıştım. Günümün çoğunu onunla oynayarak, kırlarda koşturarak geçiriyor, ilk defa farkına vardığım ait olma duygularının verdiği rahatlıkla hayatımı sürdürüyordum.
Bu arada beraber yaşadığım yeni annemle babam hakkında bir sürü bilgi edindim. Yaklaşık on beş senedir evlilerdi ve çocukları olmuyordu. Uzun süren tedaviler sonucunda ellerinde avuçlarında kalan tüm paraları hastaneye yatırdıktan ve kesinlikle çocukları olmayacağını öğrendikten sonra evlatlık almaya karar vermişlerdi. Maddi durumları çok iyi değildi ve sosyal hizmetler kurumu önlerine pek çok engel çıkartıyordu. Allah'tan ümit kesilmez düşüncesiyle kabuklarına çekildikleri anda babamın İstanbul'da yaşayan kuzeni onlara müjdeli haberi getirmişti. Her nasılsa adı 'anne' olan kadınla tanışmış ve dertleşmiş olan bu adam onun çocuğunu istemediğini, bakamadığını, çocuğu verecek bir yer de bulamadığını duyduğunda aklına Artvin'de yaşayan, çocuk aşkıyla yanıp tutuşan kuzeni Cafer gelmiş ve aralarında diyaloglar başlamış. Yeni annemle babam çocuğu tekrar anneye geri vermemek şartıyla para teklifinde bulunmuşlar, adı 'anne' olan kadın da paraya ihtiyacı olduğu için nereye gideceğimi incelemeden balıklama atlayarak kabul etmiş. Kısacası satılmışım.
Tüm bu bilgileri tabii ki gelip bana anlatmadılar, fakat ben sağdan soldan duyduklarım ile onların ağızlarından kaçırdıkları cümleleri birleştirdiğimde böyle bir hikaye oluşturdum ve o kadından daha da nefret ettim. Fakat üzülmedim, ben yeni ailemden memnundum, aksine sevsinler, bırakmasınlar, tekrar başka yerlere göndermesinler diyerek elimden gelen gayreti gösteriyor, içimden yaramazlık yapmak, inatlaşmak, aksileşmek, kafamın dikine gitmek, sözlerini dinlememek gibi duygular geçse de bastırmaya çalışıyor, annemin beni evden atmasını engellemek için neredeyse yaltaklanıyordum. Belki de sevgi açlığından kaynaklanıyordu bilemiyorum ama Nurgül anneme sürekli dokunma ihtiyacı hissediyor, elim yanaklarında, bulduğum her ilk fırsatta kucağına oturuveriyordum. İlk aylarda Cafer babama karşı hep geride ve kendimi savunur vaziyette durmama rağmen, onun anneme ve bana zarar vermeyeceğini yani dövmeyeceğini anlayınca yavaş yavaş sokulmaya başladım. Küçücük yaşlarımda olmama rağmen erkeklerden edindiğim izlenimler hiç de olumlu sayılmazdı, onlara karşı ilgisiz, soğuk durmuş, çevremdeki kadınlara gösterdikleri olumsuz davranışları bizzat gözlemlediğim için korunmam gerektiğini düşünmüşümdür. Belki tezat olabilir ama aynı zamanda da onları aşağılık ve tiksinti verici bulmam sebebiyle her zaman acımış, bu hale düşmelerinin altında kadınların yattığını, ilgi ve sevgiyle doyuruldukları takdirde bu kadar iğrenç görünmeyecekleri kafamda oluşmuştu. Erkeklerle ilgili karışık duygular içinde olmamın nedeni hiçbir erkeği yakından tanımamış olmam, tanıdığım annem de dahil diğer kadınların onlar hakkında söyledikleri, o yaşlarda pis olarak nitelendirdiğim olumsuz sözlerdi. Benim hiç babam olmamıştı ki, tam anlamıyla yürekten 'baba' kelimesini söylememiştim ki...
Cafer baba ile ilişkilerimiz yüzeyseldi, eve mutlaka elinde bir hediyeyle geliyor, heyecanla kendisine doğru koşmamı büyük bir coşkunlukla seyrediyor, ben paketi alıp tekrar koşarak yanından ayrıldığımda en önemli görevini yerine getirmiş ve rahatlamış insan edasıyla koltuğuna uzanıyordu. Sonrada her işten yorgun gelen erkek gibi televizyon karşısında uyukluyor ve ben onu tekrar ertesi akşam elinde yeni getirdiği yiyecek paketiyle buluyordum. Olsun, erkek sevgisine alışık olmayan benim için bu kadarcık bir ilgi bile yeterdi.
Sakin, huzurlu birbirine benzeyen günler akıp giderken bu ev içinde bir seneyi doldurmuştum. Benim için tatlı heyecanlar başlamıştı, çünkü yakında okullar açılacaktı. Biraz endişe biraz da merak duyguları eşliğinde okula başlayacağım günleri sabırsızlıkla bekliyordum. Aslında heyecanımın ana sebebi annemle babamın sürekli okuldan bahsetmelerinden, güya beni hazırlamaya çalışmalarından kaynaklanıyordu. Sanki onlar okula gideceklerdi, kalemler, defterler, çantam, okul formam çoktan hazırlanmış ve odamın bir köşesine çeyiz gibi yerleştirilmişti. Görüntüleri bile rahatsız etmeye yetiyordu, ara sıra gözüm kayıyor ve kaygılanıyordum, ya onların istediği gibi bir çocuk olamazsam, ya derslerimi öğrenemezsem, ya öğretmenim beni sevmezse ve ben istenmeyip annemle babam tarafından kapı önüne koyulursam. Sırf bu düşünceler sıkıntılarımı arttırdığı gibi okul konusunda da hırslanmama sebep oluyordu.
Nihayetinde beklenen gün geldi ve okul açıldı. İlk gün beklediğim ya da bana anlattıkları kadar güzel geçmedi, hatta korkunç bir gündü diyebilirim. Annemin elini sıkarcasına tutarak kesinlikle bırakmadım, o kalabalık gürültülü sınıfa girmemek için elimden gelen gayreti gösterdim. Hayır, Nurgül annemden ayrılmayacaktım, okula gelmeyecektim, o kötü çocukların arasına karışmayacaktım. Okul çıkışında onları bulamamaktan, annesiz babasız evsiz kalmaktan kısacası koskoca dünyada kaybolmaktan korkuyordum.
Zavallı kadıncağız iki ay boyunca benimle sıramda oturmak zorunda kalmıştı. Ben gayet mutluydum ama onun üzüldüğünü, bunaldığını ve diğer çocuklar gibi davranmadığım için endişelendiğini hissediyordum. Ama ne yapayım korkuyordum işte bunun başka bir açıklaması yoktu ki benim için' Oysa dersleri anlamakta zorluk çekmemiştim, hatta öğretmenimin dediğine göre ilk algılayanlardan birisi de benmişim. Annem gibi bunalan ve tüm ilgisini ve olanaklarını benim için zorlayan öğretmen artık bu şekilde devam edemeyeceğimizi söylediğinde ben de annem de öylece çaresiz kalakalmıştık. Karar bize, daha doğrusu bana bırakılmıştı; ya tek başıma sınıfta oturacaktım, ya da okula gelmeyecektim. Evde anneme ne sözler veriyordum, kendimi ikna etmeye, cesaretlendirmeye çalışıyordum ama okula gelince olmuyordu, elini bırakıp ayrılamıyordum ondan. Sonunda pes ettiler ve benim hazır olmadığımı düşünerek o sene ki okul maceramı istemeyerek bitirdiler. Birden bire rahatlamış, o karabasan günlerden kurtulduğum için ve de annemi fazlasıyla yorduğum için daha itaatkâr, daha sevimli bir kız çocuğu olup çıkmıştım.
------------------------000--------------------
'Kızımı almaya geldim.'
'Hayır bunu bize yapamazsınız, söz vermiştiniz.'
'Hiçbir şey için söz vermedim.'
'Ama para aldınız...' (hıçkırıklar sebebiyle yarım kalan cümleler)
'Aldığım paranın iki katını getirdim size, bu güne kadar baktığınızın karşılığı olarak.'
'Haksızlık bu, böyle anlaşmamıştık.'
'Ne derseniz deyin, çocuk benim ve almaya geldim, üzerinde kanunen hiçbir hakkınız yok. Çekilin yolumdan!..'
'Sen ne vicdansız annesin, hiç mi çocuğunu düşünmüyorsun, o buraya, bize alıştı. Nasıl bir yıkım yaşayacak farkında mısın?
'Bu sizi ilgilendirmez, ne bileyim kızıma nasıl davrandığınızı, dövüyor musunuz, sövüyor musunuz, kim bilir neler ediyorsunuz. Aklım burada kalacağına çocuğum gözümün önünde olsun.'
'Yeni mi aklına geldi analığın?'
'Sana yolumdan çekil dedim, yoksa polis çağırırım!...'
Aynen okulda yaptığım gibi Nurgül Annemin elini sıkıca tuttuğumu, ağladığımı ve gitmek istemediğimi söylediğimi zannediyorsunuz değil mi? Hayır öyle olmadı, kapının kenarından tüm konuşmaları duyan ben, annemle babam daha bir şey söylemeden küçücük valizime önemli eşyalarımı almış, kabanımı giymiş olarak dış kapının önünde beklemeye başlamıştım bile. O an güzel bir rüyadan uyandığımı farz ettim, çünkü biliyordum o kadının mutlaka bir gün çıkıp geleceğini ve beni hiç rahat bırakmayacağını. Dolayısıyla her an her saniye onun peşine takılmaya hazırdım.